Siz Hiç Böyle Sevdiniz Mi?
İrmik’in Çiftliği yazısının devamı niteliğini taşısa da, bambaşka bir sevgiye yolculuk olacak bu satırlarda…
Beni yakından tanıyan herkesin bildiği bir gerçek var ki, kedi aşığı bir insanımdır. “E hayvanları konu alan bir önceki yazında kediler hakkında atıp tutuyordun?!” diyenler olacaktır elbet. Bende şöyle parmaklarımı çıtlatıp, durumun neden tam tersi bir hal aldığını anlatayım 🙂
Kapıyı açtığımızda karşıladığımız misafirlerimiz genelde insandır. Genelde diyorum çünkü ben kapıdaki tıkırtıyı duyup kapıyı açtığımda içeri tonton bir kedi girdi. Şaşkınlıktan mı, meraktan mı bilmiyorum; sesimizi çıkarmadık. Ailece ne yapacağını meraklı gözlerle bekliyorduk. Bizim bu tonton misafirimiz, sanki evi kiralayacakmış gibi her odayı tek tek gezdi. Yetmedi iki ayağının üzerine kalkıp masanın üstünü kontrol etti. Tabi bu kadar nadir yaşanan bir durum karşısında alacağımız tek karar, misafirimizin bizimle kalmasıydı.
Uzun zamandır sokaklarda olduğu belliydi, güzelce temizleyip karnını doyurduktan sonra onu kendi haline bıraktık. Kalorifer peteğinin üzerine kıvrıldı ve güzel bir uykuya daldı. Birkaç dakika kendi etrafında yuvarlandı derken kapının önüne geçip bağırmaya başladı. Geç bir saat olduğu için kedi kumunu alabileceğimiz bir yer yoktu. Herhalde tuvalet ihtiyacı geldi, gitsin geri gelir diye kapıyı açtık. Gitti ve günlerce gelmedi. Birkaç gün sonra balkonun altına gelip miyavladığındaysa, babam onu kabul etmedi. Her ne kadar aldatılmış hissetsem de benim kedilerin zekasından etkilenmem de böyle bir anıyla başlamış oldu. Sonrasında evin çevresinde ne kadar kedi varsa annemle babamdan gizli eve sokup, karnını doyurup, sokağa bıraktım.
Okulda olduğum bir gün, kardeşim aradı. “Abla iki kedi yavrusu bulduk, saatlerce başında bekledik annesi yok bunların eve getireyim mi?” dedi. “Annesinin olmadığına eminsen getir.” dedim, getirmiş. Minicik, sarı bir yavruydu. Eve geldiğimde yatağımın üstünde uyuyordu. Tabi ben, küçücük diye ince bir hırka kapüşonunu üzerine kapatarak kediyi kamufle edeceğimi düşündüm. Annemler zile basana kadar her şey çok güzeldi, sessiz sedasız uykusuna devam ediyordu. Ne zaman kapı çaldı, o zaman bizim minik kıpırdanmaya başladı. Annemle babamın da hareket eden bir hırkayı fark etmeme ihtimalleri olmadığı için yakayı çabuk ele vermiştik.
Annem kedilerden çok hoşlanmazdı, daha doğrusu evde hayvan beslemememizden çok hoşlanmazdı. Hayvanlara korkusuzca yaklaşıp, bu kadar çok sevmemiz tamamen babamın eseriydi. Kediyi gördüklerinde verdikleri tepki de bunu kanıtlar nitelikteydi. Babam “O hırka neden hareket ediyor?” diye sorarken bile bıyık altından gülüyordu. Hırkayı kaldırmamla birlikte annemin “Yeter, evde hayvan istemiyorum.” demesi, babamın yüzündeki o gülüşün, yerini annemi destekleyen cümlelere bırakmasına sebep oldu.
Sonbahardan kışa geçiş dönemi olduğu için dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. “Sabaha kadar kalsın, söz sabah ben ona bir yer bulacağım” desem de ikna edemedim, kediyi kabul ettirmem için oynadığım bir oyun sandılar (ki öyleydi). Madem kediyi istemiyorsunuz, o zaman ben giderim diyecek kadar bir cesaret buldum bulmasına da devamı pek beklediğim gibi olmadı. Blöf yaptığımı sanmış olacak ki gidersen git dedi babam, bende bir laf ettim dedim aldım ceketimi çıktım sokağa.
Saat akşam 8’e geliyordu, yanımda minik bir kedi ve üzerimde deli gibi yağmur döken bulutlar vardı. Öyle bir havada kedinin sakin kalmasını beklemiyordum zaten, ceketimin içine koyup yağmurdan korumayı düşündüm, o sırada da çocuk parkındaki üstü ev çatılarını andıran bölüme geçip oturdum. Ama yok kedi durmuyordu, yukarı doğru tırmanmaya çalıştıkça tırnak geçirdiğiyle kalıyordu. En sonunda çıkardım ceketi serdim kedinin altına, kıvrıldı yattı. O sırada fark ettim ki telefonumu almamıştım. Parka gelip “Tamam, hadi eve gel.” diyen de yoktu. İkizler burcu olduğumdan olsa gerek son ana kadar bekledim, baktım ortalıkta insan kalmadı ceketi üstüme geçirip kanguru misali kediyi de içine koyduktan sonra evin arkasına dolandım. Odamın ışığı yanıyordu, bir kozalak attım cama, kardeşim pencereyi açtı. “Nerdesin sen, her yerde seni aradık eve gel çabuk!” dedi. Saat gece yarısını bulmuştu ve sanırım bizim park haricindeki her yeri aramışlardı. Ben daha akıllanmamış şekilde kedi kucağımda eve gittim. Annem kapıyı açtı, meraktan yüzünün rengi atmış, “Gir içeri, neredeydin telefonunu da almamışsın?!” cümlesinin peşine, içimden kediyi çıkarıp “Bunu napıyım?” dedim. (Şu an böyle yazınca komik geliyor anne, güldüm azıcık, özür dilerim ☺️ )
İş artık kediyi sahiplenmekten çok, evde kimin sözü geçiyor inatlaşmasına döndüğü için annem kediyi balkonun altına bırak gir içeri dedi, salona geçti. Kediden kaç kez özür diledim bilmiyorum, hayır kediyi eve getiren kardeşim yine cezasını çeken ben oldum o ayrı mesele de, kediyi bırakıp eve girdiğim an o kadar uzun geçmişti ki çok fazla vicdan azabı çekmiştim.
Benim eve girmemle birlikte, babam evden çıkıp kediyi binanın içine almış ve ona bir kutu hazırlamış. Sabah da kalkıp kardeşimle birlikte, kardeşimin kediyi bulduğu yere gitmişler. Kedinin aslında bir annesi varmış, yavruyu da annesinin yanına bırakmışlar.
Sonrasında da pek uslu durmadım sanırım, komşumuzun ısrarıyla bir kedi sahiplendik. Nefes’le olan anılarıma da bir başka yazıda değineceğim. Görüşmek üzere… ?